Her Şey Değişir

Hayatta ısrarla savunduğum fikirlerin en başında, huzurlu yaşamak, kendi istediğim tempoda çalışmak ve kendi zamanıma sahip çıkmak geliyor.

Dün sabah üç saat boyunca yazı yazmışım, yazarken fark etmedim. Odaklanmanın getirdiği tatmin ve huzur bambaşka. Bu günlerde pratiğe en çok ihtiyacım olan zamanları yaşıyorum. Zira geçtiğimiz hafta spor yaparken hiç olmaması gereken birşey oldu! Talihsiz, aşırı ve acılı bir sakatlanma yaşadım. Bir hafta kullandığım cortisone iğneleri ile çok şükür bugünlerde daha iyiyim. En az iki ay spor’a ve Yoga’ya kısıtlama geldi. Evdeki yoga pratiklerimi Power’dan Restoratife çevirdim.

Hayat aslında tam da bir bumerang gibi. Biz fark etsek de fark etmesek de her duygumuz, her hareketimiz, sözlediğimiz her söz, her davranışınımız, her iyi niyetimiz, hissettiğimiz her şey dönüp dolaşıp bir yerde bizi buluyor. Çok uzun yıllar, her işimi kendim yapmakla, kimseye muhtaç olmamakla, yardım istememekle, düşsem bile tek başıma kalkabilmekle, cengaver gibi kız olmakla övündüm durdum. Bunlar kötü şeyler olduğundan değil elbet, ama şimdi bakınca o kadar da maharet gelmiyor mesela. Hatta kendimi, kendime kanıtlamaya çalışmamın boş bir emaresi gibi duruyor daha çok.

Başlarda zorlandım, kendime nedense hiç yakıştıramadım ama nihayet zamanla yardım istemeyi öğrendim. Artık eskisinden daha çok açığım insanlara. Yapamayacaklarımı da, yapmak istemediklerimi de, istesem de beceremeyeceklerimi de açık yüreklilikle söylüyorum. Düşersem yardım istiyorum, her şeyi tek başıma halletmek için kendimi paralamıyorum. Olmuyorsa, olmuyor. Veya bazen, bir el yardımıyla her şey ne kadar kolay oluyor. Büyüdükçe ben de bu dersleri alacakmışım meğer hayattan, zamanla öğrenmeye çalışıyorum.

Arya’dan dolayı ne kadar yoğun bir koşturmada olduğumu beni tanıyanlar çok iyi bilir. Ve tüm bu yoğunluğa rağmen olabildiğince anda kalmaya çalışıp yaşadıklarımdan anlam çıkarmaya çalıştığımı da… Bazen her şeyden sıyrılıp kendime ayırdığım zamanlarda sadece keyif yapmaya odaklandığımda bana eşlik eden bir lezzet var. Son zamanlarda çok kullandığım, notlar aldığım hatta belki de sadece benim yaptığım bir tanımlama; “Geçmişini okumak”. Aslında herkesin geçmiş zamanı, hayatın merak edilen birçok şifresini o kadar iyi anlatıyor ki.

Eğer geçmişini iyi okuyabilirsen, işte tam olarak o zaman içinde bulunduğun anın farkına varabiliyor, neyi neden yaşadığını ve bunun seni nereye götüreceğini anlamlandırabiliyorsun. Düşünsene, şu an, bugün seni sen yapan şey, geçmişte yaşadıkların. Gelecekte seni sen yapan şey ise bugün yaşadıkların ve yarın yaşayacakların. Eğer geçmişini iyi okuyabilir ve anlam çıkarma konusunda kendini geliştirebilirsen, zaten aslında her şeyin tam da olması gerektiği gibi olduğunu fark edeceksin.

Olaylara verdiğin tepkiler, aldığın kararlar hayatın sonraki dönemini belirleyerek seni gelecekte olmak istediğin kişi haline getiriyor ya da getiremiyor. İşin güzel ve biraz da korkunç tarafı ne biliyor musun? Tüm bu kararları bizim verebiliyor, tüm yolları bizim seçebiliyor yani tüm hayatımızı bizim yönetebiliyor olmamız! Karşındaki hayat senin nasıl olduğuna ve nasıl olmak istediğine göre değişiyor. Mutluysan mutlu edersin, mutsuzsan mutsuz edersin.

O sebeple etrafında mutlu insanları tutmaya ve mutlu olmaya özen göster. Deniz her zaman dümsüz ve pürüzsüz değil, hırçın ve dalgalı da olacak elbet sen dikkat edeceksin! Çünkü bizler sadece feneri tuttuğumuz yeri görüp ya da bir kapının anahtar deliğinden bakıp her şeyin sadece gördüklerimizden ibaret olduğunu düşünme eğilimindeyiz. Ama görmediklerimiz bundan çok daha fazlası.

Haftaya görüşmek üzere,

Evrim ONUK

Paylaş:

Şimdi Keşfedin!

Yazılarım

Bugün 42

Bugün 42 Hayatta kendimi birçok açıdan şanslı buluyorum ama bazı şanslarımı kendim var ettim, bunu da biliyorum. Geniş bir daire çizerek zaten başından beri olduğum

Yazılarım

Sevgili Yaz

Ağustos toparlandı gitti işte. Deniz, rüzgar, sessizlik, beyaz kumlar ve tüm bunların insanın ruhuna zerk ettigi muazzam dinginlik. Haziran başlarken bu yaza çok inanıyorum demiştim.

L'Atelier SoHo